Tarihler 26 Aralık 1991’i gösterdiğinde nerdeyse 70 yıla yakın bir süre dünya siyasetini meşgul eden küresel güç Sovyetler Birliği tarih sahnesinden silinmiş oldu. Ardı ardına bağımsızlıklarını kazanan cumhuriyetler, kimi kanlı savaşlarla sonuçlanan iç, dış ya da sınır çatışmalarıyla kimiyse barışçıl gösterilerle yeni ülkeler olarak ortaya çıktılar. Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla birlikte direkt olarak Orta Asya, Kafkaslar, Karadeniz, Baltık Ülkeleri ve Doğu Avrupa endirekt olaraksa Balkanlar, Uzak Doğu, kısmen Orta Doğu, Afrika ve daha dünyanın birçok noktasında komünizm sistemiyle ilişkili olan ülkelerde yepyeni bir jeopolitik resim ortaya çıkıverdi. Bu çöküşle birlikte Sovyet halkları tamamen devlet kontrolünde gelişen ticaretten çıkıp bireysel girişimin önünün açıldığı ancak kendilerinin buna pek de aşina olmadığı bir sisteme, yani kapitalizme geçiş yaptılar. Birçok sancılı yılların yaşandığı bu dönemde ülkeler kendi kaderlerini belirlemeye çalışırken, temelde Sovyetler Birliği’nin amiral gemisi olan Moskova’dan uzaklaşmayı yeğlediler.
Ancak geçen on yılın ardından enerjinin önem kazanması, petrol/gaz fiyatlarındaki artışın etkisiyle Rusya’nın zenginleşmesi ve askeri yönden eski gücüne kavuşması süreci bir anda değiştiriverdi. Küresel sisteme adapte olan Rusya, kültürel ve tarihsel anlamda bağı bulunan eski dostlarıyla tekrardan kolektif işbirliği yolları aramaya başladı. Temelde BDT ülkelerinin yoğun katılımıyla kurulan Avrasya Birliği bunun en önemli neticelerinden birisi oldu. Bu kapsamda Batı’ya yakınlaşan ve Batı bloğunda yer almayı tercih eden birçok SSCB’de yer almış ülkeyle ağır kriz ve hatta savaşlarla sonuçlanan ciddi meseleler yaşandı. Süreç içerisinde Rusya’nın ya da NATO eksenli Batılı güçlerin müdahil olduğu ya da olmadığı istisnasız nerdeyse tüm eski Sovyet ülkelerinde iç karışıklıklar, devrimler, savaşlar ve keskin değişimler yaşandı. Kimi ülkeler topraklarını koruyabilirken kimileriyse bu süreçleri kendi içlerinden çıkan ve temelde sadece Rusya’nın tanıdığı irili ufaklı küçük cumhuriyetlerin doğmasıyla yüzleşmek durumunda kaldılar. Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Karabağ Savaşı ki ancak 2020 yılında çözüme kavuşmuş oldu, Ukrayna ve Kırgızistan’daki devrimler, Beyaz Rusya’da seçim sonrası gösteriler, Kazakistan’da yaşanan iç karışıklıklar, Tacikistan’ın sınır çatışmaları, Moldova’daki Transdinyester, Gürcistan’daki Abhazya ve Osetya ve son olarak Ukrayna’daki Kırım meselesi ve ardından Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyeti’nin Rusya tarafından tanınması tümüyle NATO merkezli Batılı ülkeler ile Rusya arasında nüfuz savaşının sahaya yansıması olarak ortaya çıktı. Her an farklı bir gelişmeye sahne olan Rusya-Ukrayna gerilimi ise bağımsızlıkları tanınan bu mikro cumhuriyetlere Rus ordusunun girişiyle devam ediyor. Umuyorum ki Karadeniz’de komşumuz olan, tarihsel, kültürel, ekonomik ve turizm alanında birçok bağımız bulunan bu dost ülkeler arasında yaşanan çözümsüzlük aklıselim ekseninde olumlu bir noktaya taşınır.
Batının özellikle tüm iletişim kanallarıyla savaş çığırtkanlığı yaptığı göz önüne alınırsa konunun bölgeselden çıkıp küresel bir savaşa dönüşme ihtimali asla unutulmamalıdır. Tarih boyunca önemsenmeyen küçük kıvılcımlar önü alınmaz yangınlara dönüşmüştür ve bunun en önemli örneği Avusturya-Macaristan veliahdı ve eşinin Saraybosna’da uğradığı suikast sonucu ölmesiyle çıkan birinci dünya savaşıdır ki yaklaşık 20 milyona yakın insanın ölümü ya da kaybıyla sonuçlanmıştır. İtidalli olmak, aklıselimle hareket etmek, ülkelerin küresel tehditlere dönük kaygılarını önemsemek, her memleketin sahip olduğu bağımsızlık çizgilerine saygı duymak, insan odaklı ve barış ekseninde hep birlikte geleceği inşa edebilmeye odaklanmak temel prensibimiz olmalıdır. Aksi halde unutmayalım ki bu amansız didişme kimseye fayda sağlamayacak ve küresel bir yıkımla sonuçlanabilecek istenmeyen bir aşamaya varabilir. Bu olasılığı krizin içinde yer alan büyük ya da küçük tüm oyuncuların dikkate alması elzemdir. Cicero’nun dediği gibi “en kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir”.
Saygılarımla,