Dünya, ekonomik ve siyasi açıdan 100 yıl öncesine göre oldukça farklı. Batılı ülkelerin sömürgeci yapısı ve ekonomik hegemonyası artık yok. Küresel dengeler yepyeni dinamikler ekseninde ve farklı güç unsurları etrafında şekillenmiş durumda. Türkiye, Rusya, Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkeler dünyadaki toplam gayrisafi hasıladan %20’nin üzerinde pay alıyorlar. Bu rakam yüz yıl öncesi ile kıyaslandığında saydığımız ülkelerin belki de hiçbiri bugünkü kadar etkin değildi. Küresel pazarlardaki boşluğu fırsat bilen Avrupa ülkeleri ve Amerika büyük ölçüde kendilerinin şekillendirdiği bir ekonomik yapı tesis etmiş ve bunu diledikleri biçimde sürdürmekteydiler. Ancak geçen zaman beklenmedik bir biçimde yeni ve proaktif oyuncuları sahneye sürünce gerçek rekabetçiliğin gün yüzüne çıktığı yepyeni bir dünya ile tanışıverdik. Teknik altyapının, eğitimli işgücünün, hammaddenin ve enerjinin ön planda olduğu bu yeni dünya düzeninde eski ve hantallaşmış güçler yeni stratejiler belirlemek zorunda kaldılar. Bu dönüşüm tam anlamıyla gerçekleşmiş olmasa da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı aşikar. Dünya tek seslilikten çok sesliliğe doğru hızla yol alıyor. İstişare ve iletişim kültürü her zamankinden önemli ve gerekli bir unsur. Savaşlar ve siyasi krizler ülke ekonomilerine sarsıcı etkiler oluşturuyor ve bu zararlar ülke gelirlerine on yıllar boyuna ipotek koyabiliyor.
Önümüzde devasa nüfusu ve hızla büyüyen yapısıyla Çin var. Her alanda inanılmaz bir süratle büyüyor, gelişiyorlar. Üreterek kazandıkça gelirleri artıyor, gelirleri arttıkça da harcamaları ve tüketimleri çoğalıyor. Bu sayede karşımıza yepyeni ve özgün bir pazar çıkıyor. Adı: Çin. Dünya tüketim alışkanlıklarını baştan aşağıya değiştirecek bir dev. Avrupa’ya baktığımızdaysa, yaşlanan nüfusu, azalan siyasi etkisi ve kaybettiği dinamizmi Türkiye karşıtı popülist politikalarla sübvanse etmeye çalışan siyasi bir çıkmazın içinde sürüklenip gidiyorlar. Bu durum ne kadar sürdürülebilir meçhul ancak Brexit sonrası gidişatları gerçekten birçok soru işaretleri barındırıyor. Yükselen değer Afrika ise eşsiz yeraltı kaynaklarını daha yeni yeni keşfediyor. Bunları işlemeye ve nihai ürüne dönüştürmeyi başardıklarında, fakir ve açlığın kol gezdiği ülkelerden geleceğin zengin ve müreffeh kıtasına dönüşmemesi için hiçbir neden yok. Güney Asya ise Çin, Kore, Japonya ve Hindistan gibi ülkelerin ekonomik yönden başı çektiği ve dünya nüfusunun %60’ına sahip dev bir güç. Önümüzdeki on-yirmi yıl içinde büyüme seviyelerini koruyabilirlerse varacakları ekonomik güç muhtemelen siyasi nüfuzlarını oldukça arttıracak. Böylece dünya doğu ile batı arasında oluşacak bambaşka bir balansın etkisinde şimdiye dek yaşanmamış bir siluete bürünebilir. Amerika ise gitgide yükselen milliyetçi politikalar ve siyasi çekişmeler sonucunda yönetimsel anlamda adeta ikiye bölünmüş durumda. Ekonomik durumu kötüleşen halk, oportünist ve de kısmen faşist vaadler sonucunda yönlendiği farklı bir siyasi figürü beklenmedik bir biçimde başa getirdi. Bu süreçte ABD’den küresel anlamda alışılmadık ve sürpriz sonuçlar beklenebilir. Her şeye ama her şeye hazırlıklı olmalıyız.
Son olarak ülkemizden bahsedelim. 2000’li yılların başında hızlı bir büyüme trendine giren Türkiye maalesef ekonomik, siyasi ve de askeri anlamda açık bir saldırı/tehdit altında. Geçmişin söz dinleyen ve itaat eden ülkesi iken bugün oyunda ben de varım diyen bir Türkiye şüphesiz yukarıda bahsettiğimiz tüm platformlarda rahatsızlık oluşturuyor. Kimsenin beklemediği bir performans sergileyen ve dinamik yapısıyla birçok ülkenin stratejik çıkarlarına dokunan ülkemiz için de gelecek kuşkusuz geçmişten farklı ve daha etkili olacaktır. Kurtlar sofrasında acımasızlık sürüp gitse de ülkemiz her zaman yurtta ve dünyada barışın bekçisi, refahın destekçisi, mazlumların ve kimsesizlerin sesi olmaya devam edecektir. Buna yürekten inanıyor, geleceğin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesi dileğiyle sizleri saygıyla selamlıyorum.
Giyasettin Eyyüpkoca